Osmanlı İmparatorluğu’nun 18. yüzyıldan itibaren yaşadığı siyasi ve ekonomik zayıflıklar, “Doğu Sorunu” adı verilen bir kavramla dünya tarihine geçmiştir. Doğu Sorunu, esas olarak Osmanlı Devleti’nin topraklarının paylaşılması planlarını ifade eder. Avrupa’nın emperyalist büyük devletleri, Osmanlı’nın zayıflığından yararlanarak kendi çıkarlarına uygun stratejiler geliştirmişlerdir. Bu süreçte her büyük güç, Osmanlı Devleti’ne yönelik farklı politikalar uygulamış ve bloklar oluşturmuştur. İşte Doğu Sorunu çerçevesinde Osmanlı Devleti’ne yönelik büyük devlet politikalarının detayları:
İçindekiler
- Doğu Sorunu ve Osmanlı Devleti’ne Yönelik Büyük Devlet Politikaları
- Doğu Sorunu
- Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne Yönelik Politikaları
- İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne Yönelik Politikaları
- Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne Yönelik Politikaları
- Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Osmanlı Devleti’ne Yönelik Politikaları
- İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne Yönelik Politikaları
- Balkan Devletlerinin Osmanlı Devleti’ne Yönelik Politikaları
- Japonya, Çin ve Rusya Mücadelesi
- I. Dünya Savaşı’na Doğru Blokların Oluşması
- Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
- İlgili Bağlantılar
Doğu Sorunu ve Osmanlı Devleti’ne Yönelik Büyük Devlet Politikaları
Doğu Sorunu
Doğu Sorunu, Osmanlı İmparatorluğu’nun 18. yüzyıldan itibaren yaşadığı siyasi, ekonomik ve askeri zayıflıkların, Avrupa devletleri tarafından fırsata çevrilmesiyle ortaya çıkan geniş kapsamlı bir kavramdır. Bu sorun, esasen Osmanlı topraklarının paylaşılması ve bölgedeki güç dengelerinin yeniden kurulması çabalarını ifade eder. Avrupa’nın büyük devletleri, Osmanlı’nın zayıflamasını jeopolitik çıkarlarını genişletmek için kullanmış ve farklı stratejilerle Osmanlı topraklarında nüfuz kurmaya çalışmışlardır. Doğu Sorunu’nun temelinde emperyalizm, ekonomik çıkarlar ve milletlerarası rekabet yer almıştır.
Bu sorunun başlangıç noktası olarak genellikle 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması gösterilir. Bu antlaşma ile Rusya, Osmanlı Devleti üzerinde önemli kazanımlar elde etmiş ve ilk kez bir Avrupa devleti, Osmanlı topraklarındaki gayrimüslim tebaaya yönelik koruyuculuk hakkını kazanmıştır. Bu durum, Osmanlı’nın içişlerine müdahale edilmesine zemin hazırlamış ve diğer Avrupa devletlerinin de benzer taleplerle Osmanlı’dan ayrıcalıklar elde etmesine yol açmıştır. Doğu Sorunu, bu açıdan bakıldığında sadece Osmanlı Devleti’nin toprak kaybını değil, aynı zamanda iç yapısının da çözülmesini hızlandıran bir süreçtir.
Osmanlı Devleti’nin jeopolitik konumu, Doğu Sorunu’nun Avrupa devletleri için neden bu kadar önemli olduğunu açıklamaktadır. Osmanlı toprakları, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarını birleştiren stratejik bir bölgede yer alıyordu. Akdeniz, Karadeniz ve Basra Körfezi gibi önemli su yolları, Osmanlı topraklarının Avrupa devletlerinin sömürge yolları açısından kritik hale gelmesine neden oldu. Bu sebeple, İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya ve diğer büyük güçler, Osmanlı topraklarının paylaşılması konusunda rekabet içine girdiler.
Doğu Sorunu’nun bir diğer boyutu ise Osmanlı topraklarında yaşayan milletler arasındaki etnik ve dini farklılıklardır. 19. yüzyılda milliyetçilik akımlarının etkisiyle Balkanlar’da başlayan isyanlar, Osmanlı’nın iç huzurunu bozmuş ve büyük devletlerin bu isyanları destekleyerek bölgedeki çıkarlarını genişletmesine olanak sağlamıştır. Özellikle Rusya’nın Slav-Ortodoks halkları desteklemesi, Balkanlarda Osmanlı yönetimine karşı direnişi körüklemiş ve bölgeyi Avrupa’nın bir çatışma alanı haline getirmiştir.
Sonuç olarak, Doğu Sorunu, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılış sürecini hızlandıran ve dünya tarihine damga vuran bir kavramdır. Avrupa devletlerinin Osmanlı topraklarını paylaşma planları, hem Osmanlı’nın iç dinamiklerini hem de uluslararası dengeleri değiştirmiştir. Bu süreç, I. Dünya Savaşı’na kadar devam etmiş ve Osmanlı’nın parçalanmasıyla nihai bir sonuca ulaşmıştır.
Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne Yönelik Politikaları
Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne yönelik politikaları, tarihsel olarak sıcak denizlere inme hedefiyle şekillenmiştir. Çar I. Petro’nun politikaları doğrultusunda başlayan bu stratejik hedef, Osmanlı Devleti’nin Karadeniz, Boğazlar ve Akdeniz üzerindeki hâkimiyetini zayıflatmayı amaçlamıştır. Bu süreç, 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı-Rus savaşlarıyla somut bir şekilde kendini göstermiştir. Rusya’nın Osmanlı topraklarına yönelik politikaları, siyasi, dini ve ekonomik çıkarlarla desteklenmiştir.
1774 Küçük Kaynarca Antlaşması, Rusya’nın Osmanlı üzerindeki emellerini açıkça ortaya koyan önemli bir dönüm noktasıdır. Bu antlaşma ile Rusya, Osmanlı’nın Kırım üzerindeki hâkimiyetine son vermiş ve Karadeniz’de serbest ticaret hakkı elde etmiştir. Ayrıca, Rusya, Osmanlı topraklarındaki Ortodoks halkların hamiliğini üstlenerek Osmanlı’nın iç işlerine müdahale etme fırsatı yakalamıştır. Bu durum, Osmanlı’nın iç sorunlarını derinleştirmiş ve Rusya’nın Balkanlardaki nüfuzunu artırmıştır.
Rusya’nın Osmanlı üzerindeki politikalarının bir diğer boyutu, Balkan halklarını Osmanlı’ya karşı kışkırtarak bölgedeki hâkimiyetini genişletme çabasıdır. 19. yüzyılda milliyetçilik akımlarının yayılmasıyla birlikte Rusya, Slav-Ortodoks halkların bağımsızlık mücadelelerini desteklemiş ve bu grupları Osmanlı Devleti’ne karşı birer silah olarak kullanmıştır. Bu politikalar, Osmanlı yönetimini Balkanlarda ciddi toprak kayıplarıyla karşı karşıya bırakmış ve bölgedeki Rus etkisini güçlendirmiştir.
Rusya’nın Osmanlı topraklarına yönelik politikalarında ekonomik çıkarlar da önemli bir rol oynamıştır. Karadeniz ticaretinde serbestlik kazanmak, Rusya için ekonomik bir hedef olmuştur. Boğazların kontrolü, Rusya’nın dünya ticaret yollarına erişimini kolaylaştırmış ve Avrupa pazarlarına açılmasını sağlamıştır. Bu stratejik hedef, Osmanlı ile Rusya arasındaki çatışmaların ana nedenlerinden biri olmuştur. 1853-1856 Kırım Savaşı, bu rekabetin en önemli yansımalarından biridir.
Sonuç olarak, Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne yönelik politikaları, sıcak denizlere inme stratejisi çerçevesinde şekillenmiş ve uzun vadede Osmanlı’nın zayıflamasına büyük katkıda bulunmuştur. Rusya’nın Ortodoks halkları desteklemesi, Boğazlara hâkim olma çabası ve Balkanlar’daki nüfuz politikaları, Osmanlı-Rus ilişkilerini sürekli olarak çatışma zemininde tutmuş ve Doğu Sorunu’nun temel taşlarından biri olmuştur.
İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne Yönelik Politikaları
İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’na yönelik politikalarında temel olarak Hindistan’a giden ticaret yollarını güvence altına almayı ve Akdeniz’deki stratejik çıkarlarını korumayı hedeflemiştir. İngiltere’nin bu yaklaşımı, Osmanlı topraklarının jeopolitik öneminden kaynaklanmıştır. İngiltere, özellikle 19. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü savunan bir politika izlemeye başlamış ve bu tutumu uzun süre sürdürmüştür.
İngiltere’nin Osmanlı’ya yönelik desteği, özellikle Napolyon’un Mısır’ı işgaliyle net bir şekilde ortaya çıkmıştır. İngiltere, Napolyon’un Akdeniz’deki üstünlüğünü sınırlamak amacıyla Osmanlı’yı desteklemiş ve Fransa’nın bölgedeki etkisini dengelemeye çalışmıştır. Bu destek, İngiltere’nin Osmanlı topraklarını koruma politikasını uluslararası bir platforma taşıdığı ilk örneklerden biri olarak değerlendirilebilir. Aynı dönemde, İngiltere’nin donanma gücü, Osmanlı’ya lojistik destek sağlama konusunda kritik bir rol oynamıştır.
- yüzyılın ortalarına gelindiğinde, İngiltere’nin Osmanlı politikasındaki öncelikleri daha da belirginleşmiştir. İngiltere, Rusya’nın Boğazlar ve Akdeniz üzerindeki etkisini engellemek amacıyla Osmanlı’yı koruyucu bir tutum benimsemiştir. Kırım Savaşı sırasında İngiltere, Fransa ile birlikte Osmanlı Devleti’nin yanında yer alarak Rusya’nın Karadeniz’deki etkinliğini sınırlamıştır. Bu savaş, İngiltere’nin Osmanlı’yı bir tampon devlet olarak gördüğünü ve bu durumu korumak için askeri müdahaleden kaçınmadığını göstermiştir.
Ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru İngiltere’nin Osmanlı politikasında değişimler yaşanmıştır. Süveyş Kanalı’nın açılması, İngiltere’nin bölgedeki ekonomik ve stratejik çıkarlarını farklı bir boyuta taşımıştır. 1882’de İngiltere’nin Mısır’ı işgal etmesi, Osmanlı ile ilişkilerde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Bu dönemde İngiltere, Osmanlı’nın zayıflamasından yararlanarak kendi çıkarlarını genişletmiş ve topraklarını sömürgeleştirme yoluna gitmiştir.
Sonuç olarak, İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne yönelik politikaları, zaman içinde değişen çıkarlarına göre şekillenmiştir. Başlangıçta Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü savunan İngiltere, daha sonra bu toprakların paylaşılması planlarına aktif bir şekilde katılmıştır. Bu durum, İngiltere’nin Osmanlı’ya yönelik politikalarının, jeopolitik ve ekonomik hedefler doğrultusunda nasıl bir dönüşüm geçirdiğini göstermektedir.
Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne Yönelik Politikaları
Fransa’nın Osmanlı’ya yönelik politikaları, tarih boyunca ticari, diplomatik ve askeri ilişkiler çerçevesinde şekillenmiştir. 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı ile dostane ilişkiler kuran Fransa, kapitülasyonlar sayesinde Doğu Akdeniz ticaretinde ayrıcalıklı bir konuma sahip olmuştur. Ancak 18. yüzyıldan itibaren Fransa’nın Osmanlı politikaları, Avrupa’da güç dengesinin değişmesiyle birlikte farklı bir yön almıştır.
Napolyon Bonapart’ın Mısır Seferi (1798-1801), Fransa’nın Osmanlı ile ilişkilerinde önemli bir kırılma noktasıdır. Bu işgal girişimi, Fransa’nın Doğu Akdeniz’deki nüfuzunu artırma ve İngiltere’nin Hindistan ile olan bağlantısını kesme çabasının bir sonucu olarak değerlendirilmiştir. Mısır Seferi, Osmanlı-Fransa ilişkilerinde bir gerilim yaratmış ve Fransa’nın bölgedeki askeri varlığına olan güvenin sarsılmasına yol açmıştır.
- yüzyılda Fransa, Osmanlı Devleti’nin topraklarına yönelik emperyalist politikalar izlemeye başlamıştır. Cezayir’in (1830), Tunus’un (1881) ve Fas’ın işgali, Fransa’nın Kuzey Afrika’daki sömürgecilik faaliyetlerinin bir yansımasıdır. Bu süreçte Fransa, Osmanlı Devleti’nin zayıflamasını fırsat bilerek Akdeniz’deki etkisini artırmayı hedeflemiştir. Ayrıca, Fransa’nın Katolik nüfusa yönelik koruyuculuk politikası, Osmanlı topraklarında dini ve etnik gerilimlerin artmasına sebep olmuştur.
Fransa’nın Osmanlı üzerindeki etkisi, ekonomik alanda da kendini göstermiştir. Osmanlı topraklarında altyapı projeleri gerçekleştiren Fransız şirketleri, bölgede ekonomik bir hegemonya kurmaya çalışmıştır. Özellikle demiryolu ve liman projeleri, Fransa’nın Osmanlı üzerindeki ekonomik nüfuzunu artırmıştır. Bu durum, Osmanlı Devleti’nin Batı’ya olan borçlarını ödeyemez hale gelmesiyle daha belirgin bir hâl almıştır.
Sonuç olarak, Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne yönelik politikaları, ticari ve diplomatik iş birliğinden sömürgeci ve emperyalist yaklaşımlara evrilmiştir. Fransa, Osmanlı’nın zayıflığını fırsata çevirmiş ve Doğu Akdeniz ile Kuzey Afrika’daki etkisini pekiştirmiştir. Bu politikalar, Osmanlı’nın toprak kayıplarını hızlandırmış ve Doğu Sorunu’nun derinleşmesine katkıda bulunmuştur.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Osmanlı Devleti’ne Yönelik Politikaları
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Osmanlı Devleti’ne yönelik politikaları, tarihsel olarak iki büyük imparatorluk arasındaki sınır mücadeleleri ve Balkanlardaki nüfuz çatışmaları ile şekillenmiştir. Avusturya, Osmanlı’nın Balkanlardaki zayıflamasını kendi çıkarları doğrultusunda bir fırsat olarak görmüş ve bu bölgedeki nüfuzunu artırmaya çalışmıştır. Bosna-Hersek’in 1878 yılında işgali ve 1908 yılında ilhakı, Avusturya’nın Osmanlı topraklarındaki etkisini artırdığı önemli adımlardan biri olmuştur.
Avusturya’nın Osmanlı’ya yönelik politikalarının temelinde Balkanlardaki Slav halklarının kontrol altına alınması hedefi yer almıştır. Osmanlı’nın zayıflayan hâkimiyeti, Avusturya’ya Balkanlar’da genişleme imkânı sunmuştur. Ancak bu durum, Rusya ile Avusturya arasında ciddi bir rekabeti de beraberinde getirmiştir. Avusturya, Rusya’nın Panslavist politikalarına karşı Osmanlı’yı destekleyerek bölgedeki dengeyi kendi lehine çevirmeye çalışmıştır.
Ekonomik alanda Avusturya, Osmanlı topraklarında ticari imtiyazlar elde etmeye yönelik girişimlerde bulunmuştur. Özellikle Balkanlardaki tarım ve maden kaynakları, Avusturya’nın ilgisini çeken önemli unsurlar olmuştur. Bu bölgelerdeki ticaret yollarını kontrol etme çabası, Avusturya’nın Osmanlı ile ilişkilerindeki ekonomik boyutu güçlendirmiştir. Bununla birlikte, Avusturya’nın bölgedeki ticari çıkarları, Osmanlı’nın zayıflayan merkezi otoritesine rağmen devam eden yerel direnişlerle karşılaşmıştır.
Sonuç olarak, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Osmanlı Devleti’ne yönelik politikaları, Balkanlardaki nüfuz mücadelesi ve stratejik çıkarlar üzerine kurulmuştur. Avusturya, Osmanlı’nın zayıflığından faydalanarak bölgedeki etkisini artırmış ve bu durum, iki imparatorluk arasındaki ilişkilerde sürekli bir gerilim kaynağı olmuştur. Ancak, bu politikalar aynı zamanda Osmanlı’nın Balkanlardaki toprak kayıplarını hızlandırmış ve Doğu Sorunu’na yeni bir boyut kazandırmıştır.
İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne Yönelik Politikaları
İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne yönelik politikaları, İtalya’nın 19. yüzyılın sonlarında uluslararası sahnede aktif bir güç olmaya çalışmasıyla şekillenmiştir. Siyasi birliğini geç tamamlayan İtalya, sömürgecilik yarışına geç dahil olmuş ve bu süreçte Osmanlı topraklarını hedef almıştır. İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne yönelik en dikkat çekici politikası, Kuzey Afrika’daki Trablusgarp’a yönelik işgal girişimidir. 1911 yılında başlayan Trablusgarp Savaşı, Osmanlı-İtalya ilişkilerinde önemli bir dönüm noktasıdır.
Trablusgarp Savaşı’nın temel nedeni, İtalya’nın Kuzey Afrika’da sömürgeci emellerini gerçekleştirme isteğiydi. İtalya, Fransa’nın Tunus’u işgal etmesiyle bölgede etkisini artırmış ve Trablusgarp’ın kendi kontrolüne geçmesi gerektiğini savunmuştur. Osmanlı’nın bu dönemdeki askeri ve siyasi zayıflığı, İtalya’nın işgal planlarını kolaylaştırmıştır. Trablusgarp Savaşı sonucunda Osmanlı, Trablusgarp ve Bingazi’yi İtalya’ya bırakmak zorunda kalmış ve bu durum, Osmanlı’nın Kuzey Afrika’daki son topraklarını kaybetmesine neden olmuştur.
İtalya’nın Osmanlı’ya yönelik politikaları sadece Kuzey Afrika ile sınırlı kalmamıştır. İtalya, Akdeniz’deki etkinliğini artırmak amacıyla Ege Adaları’na da göz dikmiştir. Trablusgarp Savaşı sırasında 12 Ada’yı işgal eden İtalya, bu toprakları Osmanlı’ya geri vermeyi reddetmiştir. Bu durum, Osmanlı’nın Ege Denizi’ndeki hâkimiyetini ciddi şekilde zayıflatmıştır. Ayrıca, İtalya’nın bu politikaları, Balkan Savaşları sırasında Yunanistan gibi diğer Balkan devletlerinin Osmanlı’ya karşı cesaretlenmesine yol açmıştır.
İtalya’nın Osmanlı üzerindeki ekonomik politikaları da dikkate değerdir. İtalyan ticaret şirketleri, Osmanlı topraklarında imtiyazlar elde etmeye çalışmış ve bu girişimler, İtalya’nın Osmanlı ekonomisi üzerindeki etkisini artırmıştır. Özellikle Akdeniz ticaret yolları üzerindeki stratejik limanlar, İtalya’nın ekonomik çıkarlarını şekillendiren önemli unsurlar arasında yer almıştır.
Sonuç olarak, İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne yönelik politikaları, sömürgecilik ve ekonomik çıkarlar doğrultusunda şekillenmiştir. Kuzey Afrika’daki Osmanlı topraklarının işgali, İtalya’nın Akdeniz’deki stratejik hedeflerini gerçekleştirmesine olanak sağlamıştır. Ancak bu politikalar, Osmanlı’nın zayıflayan konumunu daha da belirginleştirmiş ve Doğu Sorunu’nun bir parçası olarak Osmanlı’nın toprak kayıplarını hızlandırmıştır.
Balkan Devletlerinin Osmanlı Devleti’ne Yönelik Politikaları
Balkan devletlerinin Osmanlı’ya yönelik politikaları, milliyetçilik akımlarının etkisiyle Osmanlı Devleti’ne karşı bağımsızlık mücadeleleri etrafında şekillenmiştir. Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan ve Karadağ gibi Balkan devletleri, 19. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı’dan bağımsızlık kazanmayı hedeflemiş ve bu doğrultuda çeşitli ittifaklar kurmuştur. Balkan devletlerinin bu politikaları, Osmanlı’nın Avrupa’daki toprak kayıplarını hızlandırmıştır.
Milliyetçilik, Balkanlarda Osmanlı’ya karşı direnişin temel ideolojisi olmuştur. Fransız Devrimi’nin etkisiyle Balkan halkları, kendi kimliklerini koruma ve bağımsızlık kazanma çabası içerisine girmiştir. Bu durum, Osmanlı’nın Balkanlardaki otoritesini zayıflatmış ve çeşitli isyanlara yol açmıştır. Özellikle Yunan İsyanı (1821-1829), Osmanlı’ya karşı başarılı bir bağımsızlık hareketi olarak Balkan milliyetçiliğinin sembolü haline gelmiştir.
Balkan devletleri arasındaki ittifaklar, Osmanlı’ya yönelik baskıyı artırmıştır. 1912 yılında başlayan I. Balkan Savaşı, bu devletlerin Osmanlı’ya karşı birleştiği en önemli örneklerden biridir. Bu savaş sonucunda Osmanlı, Balkanlardaki büyük ölçüde topraklarını kaybetmiş ve bölgedeki etkisini yitirmiştir. II. Balkan Savaşı ise bu devletler arasındaki paylaşım mücadelesine dönüşmüş, ancak Osmanlı’nın bölgedeki durumunu daha da kötüleştirmiştir.
Balkan devletlerinin politikaları, Rusya gibi büyük güçlerin desteğiyle şekillenmiştir. Rusya, Ortodoks Slav halklarını destekleyerek Osmanlı’ya karşı bir denge politikası yürütmüştür. Bu destek, Balkan devletlerinin Osmanlı’ya karşı mücadelelerinde önemli bir motivasyon kaynağı olmuştur. Bunun yanı sıra, Avrupa’daki diğer büyük devletler de Balkan milliyetçi hareketlerini kendi çıkarları doğrultusunda desteklemiş ve bu durum, bölgedeki çatışmaları daha da derinleştirmiştir.
Sonuç olarak, Balkan devletlerinin Osmanlı’ya yönelik politikaları, milliyetçilik ve bağımsızlık hareketleri doğrultusunda şekillenmiş ve Osmanlı’nın Avrupa’daki toprak kayıplarını hızlandırmıştır. Bu politikalar, Osmanlı’nın Balkanlardan tamamen çekilmesiyle sonuçlanmış ve bölgeyi uluslararası çatışmaların merkezine dönüştürmüştür.
Japonya, Çin ve Rusya Mücadelesi
- yüzyılın başlarında Asya sahnesinde önemli bir güç olarak ortaya çıkan Japonya, Çin ve Rusya ile olan mücadelesiyle dünya siyasetinde dikkat çeken bir konum elde etmiştir. Japonya, 19. yüzyılın ikinci yarısında Meiji Restorasyonu ile modernleşme sürecine girmiş ve hızla sanayileşerek güçlü bir askeri ve ekonomik yapıya kavuşmuştur. Bu süreç, Japonya’nın Asya’da hegemonya kurma çabalarını beraberinde getirmiştir. Japonya’nın bu hedefi, Çin ve Rusya ile çatışmaları kaçınılmaz hale getirmiştir.
Rus-Japon Savaşı (1904-1905), Japonya’nın Çin ve Rusya ile mücadelesinin en çarpıcı örneğidir. Bu savaş, Japonya’nın Asya’daki askeri gücünü ve stratejik zekâsını ortaya koymuştur. Rusya’nın Mançurya ve Kore üzerindeki nüfuzunu genişletme çabaları, Japonya’nın bölgedeki çıkarlarıyla çatışmıştır. Japonya, Port Arthur Limanı ve Mançurya’nın kontrolü için Rusya’ya karşı sürpriz bir saldırı düzenlemiş ve bu savaşta önemli zaferler elde etmiştir. Savaşın sonunda imzalanan Portsmouth Antlaşması, Japonya’nın Asya’daki üstünlüğünü tescillemiştir.
Çin ile olan mücadele ise Japonya’nın Asya’daki ekonomik ve siyasi etkisini artırma çabalarının bir parçasıdır. 1894-1895 yıllarında gerçekleşen Birinci Çin-Japon Savaşı, Japonya’nın Çin üzerindeki hâkimiyet kurma çabalarını açıkça göstermektedir. Bu savaş sonucunda Japonya, Tayvan’ı ele geçirmiş ve Çin’i Kore üzerindeki etkisinden tamamen uzaklaştırmıştır. Ayrıca, Japonya, Çin’deki Batılı güçlerin nüfuzuna karşı koyarak kendi etkisini artırmaya çalışmıştır.
Japonya’nın bu mücadeleleri, Asya’daki güç dengelerini önemli ölçüde değiştirmiştir. Japonya’nın Batı emperyalizmine karşı kazandığı başarılar, diğer Asya ülkelerine ilham kaynağı olmuş ve Japonya’yı Asya’da bir lider konumuna taşımıştır. Ancak, bu durum aynı zamanda Japonya’nın emperyalist hedeflerini daha da artırmış ve II. Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar sürecek olan yeni bir rekabet dönemine yol açmıştır.
Sonuç olarak, Japonya, Çin ve Rusya arasındaki mücadele, Asya’da yeni bir güç dengesi oluşturarak hem bölgesel hem de küresel düzeyde önemli sonuçlar doğurmuştur. Japonya’nın bu süreçteki başarıları, Batı emperyalizmine karşı bir alternatif model sunmuş ve Asya’da modernleşme ile emperyalizmin nasıl iç içe geçtiğini göstermiştir.
I. Dünya Savaşı’na Doğru Blokların Oluşması
- yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başları, uluslararası siyasette büyük güçler arasında blokların oluştuğu bir dönemdir. Osmanlı Devleti, bu süreçte Doğu Sorunu kapsamında sürekli olarak büyük güçlerin çekişme alanı olmuş ve bu durum I. Dünya Savaşı’na giden yolda Osmanlı’yı önemli bir aktör haline getirmiştir. İtilaf ve İttifak bloklarının oluşumu, Osmanlı’yı küresel bir savaşın merkezine sürükleyen en önemli faktörlerden biridir.
İtilaf Devletleri, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın önderliğinde Osmanlı topraklarını paylaşma ve stratejik bölgeleri kontrol etme amacı taşımıştır. İngiltere’nin Süveyş Kanalı üzerindeki hâkimiyeti, Fransa’nın Kuzey Afrika’daki sömürge politikaları ve Rusya’nın Boğazlara inme hedefi, bu blokun Osmanlı topraklarına yönelik ortak çıkarlarını ortaya koymuştur. İtilaf Devletleri, Osmanlı’yı zayıflatmak için Balkan devletlerini ve Arap halklarını desteklemiş ve bu politika, Osmanlı’yı içten zayıflatan bir etken haline gelmiştir.
Öte yandan, İttifak Devletleri, Almanya ve Avusturya-Macaristan önderliğinde Osmanlı’yı kendi saflarına çekmiştir. Almanya, Osmanlı ile ekonomik ve askeri iş birliğini güçlendirerek bu ittifakı pekiştirmiştir. Osmanlı, özellikle Alman askeri uzmanlarının desteğiyle ordusunu modernize etmiş ve bu durum, Osmanlı’nın İttifak Bloku’nda stratejik bir müttefik olarak görülmesine neden olmuştur.
Blokların oluşum süreci, Osmanlı’nın uluslararası arenadaki konumunu derinden etkilemiştir. Osmanlı, bir yandan toprak bütünlüğünü korumaya çalışırken, diğer yandan büyük güçlerin baskısı altında kendi politikalarını oluşturmak zorunda kalmıştır. Bu süreç, Osmanlı’yı I. Dünya Savaşı’nda İttifak Devletleri’nin bir parçası haline getirmiş ve savaşın sonunda imparatorluğun parçalanmasına yol açmıştır.
Sonuç olarak, I. Dünya Savaşı’na giden yolda oluşan bloklar, Osmanlı Devleti’nin stratejik önemini bir kez daha ortaya koymuş ve imparatorluğun kaderini belirleyen en önemli faktörlerden biri olmuştur. Bu bloklaşma, Doğu Sorunu’nun bir uzantısı olarak Osmanlı’nın sonunu hazırlayan bir süreçtir.
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
- Şirin, İ., Balcı, S., & Selvi, H. (2020). Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I. Anadolu Üniversitesi Yayınları.
- Karal, E. Z. (2011). Osmanlı Tarihi. Türk Tarih Kurumu Yayınları.
- Anderson, M. S. (2000). The Eastern Question 1774-1923. Routledge.
- Shaw, S. J. (1976). History of the Ottoman Empire and Modern Turkey. Cambridge University Press.
Bu yazıyla ilgili olarak, DergiPark ve YÖK Tez Merkezi gibi akademik platformlarda bulunan bazı kaynaklar aşağıdaki gibidir:
- “Doğu Sorunu”ndan “Yeni Büyük Oyun”a
- Yazar: Yusuf Serdar Demirtaş
- Yayın Yılı: 2019
- Özet: Bu makale, Doğu Sorunu’nun tarihsel gelişimini ve büyük devletlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki politikalarını incelemektedir. Ayrıca, İngiltere ile Rusya arasındaki rekabetin “Büyük Oyun” olarak adlandırılan sürece nasıl dönüştüğünü ele almaktadır. DergiPark
- Modernleşme ve Jeopolitik Ekseninde Doğu Sorunu
- Yazar: Emre Baysoy
- Yayın Yılı: 2011
- Özet: Makale, Doğu Sorunu’nun sadece güçler dengesi ve 19. yüzyıl diplomasi tarihi konusu olmadığını, aynı zamanda batılılaşma-modernleşme sorunu olduğunu savunmaktadır. Bu bağlamda, Rusya ve İngiltere’nin Doğu Sorunu karşısında izledikleri politikalar incelenmiştir. DergiPark
- 93 Harbi’nde Büyük Güçlerin Politikaları ve Osmanlı Devleti’ne Etkileri
- Yazar: Ferhat Durmaz
- Yayın Yılı: 2015
- Özet: Bu makale, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı olarak bilinen 93 Harbi’nde büyük güçlerin politikalarını ve bu politikaların Osmanlı Devleti üzerindeki etkilerini analiz etmektedir. Ayrıca, savaşın uluslararası boyutu ve Doğu Sorunu’ndaki yeri ele alınmıştır. DergiPark
- Doğu Sorunu ve Britanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun Bağımsızlığını ve Toprak Bütünlüğünü Koruma Politikasının Oluşumu
- Yazar: İrşat Sarıalioğlu
- Yayın Yılı: 2019
- Özet: Makale, Britanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü koruma politikasının oluşum sürecini ve bu politikanın arkasındaki nedenleri incelemektedir. Ayrıca, 19. yüzyıl boyunca Britanya’nın dünya politikasındaki rolü değerlendirilmiştir. DergiPark
Bu kaynaklar, Osmanlı Devleti’ne yönelik büyük devletlerin politikalarını ve Doğu Sorunu’nu derinlemesine inceleyen akademik çalışmalardır.
İlgili Bağlantılar
Osmanlı İmparatorluğu’nun Dönüşümü: Islahattan Nizam-ı Cedid’e(Yeni sekmede açılır)